Gözden kaçırmayın
Afyonkarahisar'da Yerel Medya ve İlin Temel Sorunları Ele AlındıAdalet Bakanlığı Bütçesi Tartışmasında Gerçekler Ortaya Çıkıyor
Bugün, Adalet Bakanlığı bütçesini tartışırken, İyi Parti Grubu adına söz alan milletvekili, Adalet Bakanı'nın Plan ve Bütçe Komisyonu'nda yaptığı açıklamaların gerçeklikten ne kadar kopuk olduğunu dile getirdi. Milletvekili, yargının çöküşünü başarı hikayesi gibi sunmaya çalışan Bakan'ın, adliye koridorlarında hakkını arayan vatandaşlar ve bağımsız bir yargı arayışında olan hukukçuların sabrını taşırdığını belirtti. Ceza adaleti sistemine yönelik reformlar yapıldığı iddia edilse de, cezasızlık kültürünün devam ettiğini vurguladı. Kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı ve nefret suçları gibi ciddi suçlarda etkin soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin işletilmediğini ve faillerin çoğu zaman cezasız kaldığını ifade etti. Ayrıca, adalet sisteminin fiziki altyapısının iyileştirildiği belirtilse de, yeni adliye binalarının inşasının adaletin tecellisi için yeterli olmadığını, önemli olanın bu binalarda adil, hızlı ve etkin yargı süreçlerinin işletilmesi olduğunu söyledi. Yargı süreçlerindeki gecikmeler ve adalete erişimdeki engellerin hala ciddi bir sorun olarak karşımızda durduğunu belirtti. Sonuç olarak, Bakan'ın sunduğu pembe tablonun, vatandaşların günlük yaşamlarında deneyimledikleri adaletsizliklerle örtüşmediğini ifade etti.
Adalet Bakanlığı bütçesi tartışmalarında, İyi Parti Grubu'nun dile getirdiği gerçekler, yargı sistemimizin içinde bulunduğu durumu gözler önüne seriyor. Adaletin tecellisi için sadece yeni binalar inşa etmek yeterli değil; adil, hızlı ve etkin yargı süreçlerinin işletilmesi gerekiyor. Vatandaşlarımızın adalete erişimde yaşadığı sorunlar ve cezasızlık kültürü, acil reformlar yapılmasını zorunlu kılıyor. #AdaletBakanlığı #YargıReformu
TBMM konuşması Tam Metin
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Bugün burada, Adalet Bakanlığı bütçesini tartışırken, Sayın Bakan’ın Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yaptığı açıklamaların gerçeklikten ne kadar kopuk olduğunu, bir kez daha dile getirmek için, İyi Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Sayın Bakan, maalesef yargının çöküşünü başarı hikayesi gibi sunmaya çalışmaktadır.
Ancak; ne adliye koridorlarında hakkını arayan vatandaşlarımız, ne de bağımsız bir yargı arayışında olan hukukçuların, artık bu masalları dinlemeye sabrı kalmamıştır.
Ceza adaleti sistemine yönelik reformlar yapıldığı iddia edilse de, cezasızlık kültürü devam etmektedir.
Kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı ve nefret suçları gibi ciddi suçlarda etkin soruşturma ve kovuşturma süreçleri işletilmemekte, failler çoğu zaman cezasız kalmaktadır.
Ayrıca, adalet sisteminin fiziki altyapısının iyileştirildiği belirtilmiştir.
Ancak, yeni adliye binalarının inşası, adaletin tecellisi için yeterli değildir. Önemli olan, bu binalarda adil, hızlı ve etkin yargı süreçlerinin işletilmesidir.
Maalesef, yargı süreçlerindeki gecikmeler ve adalete erişimdeki engeller hala ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Sonuç olarak, Sayın Bakan'ın sunduğu pembe tablo, vatandaşlarımızın günlük yaşamlarında deneyimledikleri adaletsizliklerle örtüşmemektedir.
Sayın Başkan,
Değerli milletvekilleri,
Sayın Bakan, yargı reformlarıyla övünürken, Türkiye, Dünya Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde son sıralara düşmeye devam etmektedir.
Raporun 2024 yılı sonuçlarında, Türkiye’nin ne yazık ki hukukun üstünlüğü konusunda yıllardan beri hızlı bir şekilde düşüşte olduğu görülmektedir.
Toplamda 0,42 puanı bulunan Türkiye , bu skorla 142 ülke arasında 117. sırada; Nijer, Angola ve Honduras’ın altında;
Meksika, Gine ve Nijerya’nın üstünde kendisine yer edinebilmiştir.
2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği, Türk yargı sisteminde dönüm noktalarından biri olmuştur. Ancak bu dönüm noktası, hukukun üstünlüğüne hizmet etmek yerine, yargının siyasallaşmasının kapısını sonuna kadar açmıştır.
O dönemde, "daha demokratik bir yargı" vaadiyle sunulan değişiklikler, aslında yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran bir sürecin başlangıcı olmuştur.
Bugün bunun acı sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz.
Anayasa değişikliği ile Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısında köklü değişiklikler yapılmıştır.
Değişiklikler sonucunda, HSK üyelerinin önemli bir kısmı, iktidarın etkisi altındaki mekanizmalar tarafından atanır hale gelmiştir.
Hakimler ve Savcılar Kurulu'nun, adaletin teminatı olması gerekirken, iktidarın bir "sopa"sı haline geldiği açıktır.
2010’dan itibaren yapılan atamalarda liyakat yerine sadakatin ön planda tutulması, yargının siyasal bir aparat gibi görülmesine neden olmuştur.
HSK üyelerinin seçiminde Meclis'in etkisi artırılmış, ancak bu etki çoğulculuk ve dengeye değil, tek taraflılığa hizmet etmiştir.
Bu yapı, yargı bağımsızlığını güvence altına almak bir yana, bağımsızlığın sonunu getirmiştir.
Hukukun üstünlüğü endeksinde, Türkiye’nin durumunun yıllara göre karşılaştırmasına bakıldığında, kırılmanın 2017 yılında yapılan Anayasa referandumu ile getirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden sonra zirveye çıktığı görülmektedir.
Tek adam rejimi olarak eleştirdiğimiz ve Cumhurbaşkanına tanınan büyük yetkilerle, totaliter rejim haline dönüşen yönetim ile ülkemizin hukukun üstünlüğü puanı 0,46’dan 0,42’ye düşmüştür.
Hakimlerin ve savcıların atama ve terfi süreçlerinin siyasallaştığını tüm dünya görürken, yargının bağımsız olduğu nutukları atılmaktadır.
Sayın Bakan’a soruyorum.?
- İktidarın hoşuna gitmeyen kararlara imza atan hakimlerin yer değiştirdiği,
- İhaleye fesat karıştıran güçlülerin ceza almadığı,
- Ancak muhalefet edenlerin mahkemelerde süründürüldüğü bir sistemde bağımsız yargıdan söz etmeniz abesle iştigal değil midir.?
Bu ülkenin yargıçları bağımsız karar veremiyor. Çünkü biliyorlar ki ,bağımsız bir kararın bedeli ya sürgün, ya da kariyerlerinin sona ermesidir.
Yargı sisteminin bu hale gelmesinin sorumlusu, Adalet Bakanlığı ve bugüne kadar görev yapmış bakanlardır.
Tuz kokmuş, değerli milletvekilleri.
Bu çürümüş yapıyı, adaletin yeniden tesis edilmesi adına bir an önce değiştirmeliyiz.
Yeni bir yargı inşa etme zamanı gelmiştir.
Hukukun üstünlüğünü, liyakati ve bağımsızlığı esas alan bir yargı sistemi kurmalıyız.
Buradan iktidar mensuplarına sesleniyorum. İktidarınız sona erdiğinde, inanın bizden daha çok savunacaksınız bu hususları.
Sayın Başkan,
Değerli milletvekilleri,
Sayın Bakan, kadın cinayetlerinin önlenmesi için büyük çaba sarf ettiklerini söylüyor.
2024 yılında, kadına yönelik şiddet vakaları rekor düzeye ulaşmıştır.
Çocuk istismarı davalarında faillerin büyük bir kısmı hâlâ cezalandırılmıyor.
Soruyorum Sayın Bakan’a: Bu failler hangi adalet reformuyla korunuyor.?
- 2023 yılında işlenen kadın cinayetlerinin yüzde kaçı etkili bir şekilde soruşturulup kovuşturuldu.?
- İstanbul Sözleşmesi'nden çıkıldığından bu yana kadın cinayetlerinde artış yaşanırken, bu karardan sorumlu olanlar kimler.?
Bu sorulara cevap veremiyorsanız, bu kürsüde "adalet" kelimesini kullanmayın.!
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun verilerine göre, 2024 yılının ilk 10 ayında toplam 343 kadın cinayeti ve 207 şüpheli kadın ölümü gerçekleşmiştir.
Son 4 yıl kıyaslaması yapıldığında 2024 yılının ilk 10 ayı 2021, 2022 ve 2023 yıllarında yaşanan kadın cinayetlerini geçmiş durumdadır.
Aralık ayında açıklanan verilere göre ise 2024 yılının Kasım ayında 32 kadın cinayeti ve 26 kadın şüpheli ölümü rapor edilmiştir.
Bu haliyle 2024 yılının ilk on bir ayında toplam 375 kadın cinayeti ve 233 şüpheli ölüm olmak üzere, 608 toplam ölüm kayıtlara geçmiştir.
Allah aşkına başarı bunun neresinde anlatın da anlayalım.
Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün 2023 verilerinden birkaç örnek vermek istiyorum.
Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan soruşturulan kişi sayısı: 200 bin 611. Sadece cinsel istismar suçundan soruşturulan kişi sayısı: 69 bin 773.
Toplamda, cinsel suçlardan dolayı hakkında soruşturma açılanların sayısı 2023'te 270 bini aşmıştır.
Her yıl artan bu rakamlar, adalet sisteminin suçluları engellemekte ne kadar başarısız olduğunu göstermektedir.
Sadece 2021 yılında cinsel saldırı, yani tecavüz vakalarında 9 bin 441 dosya açılmış, bu dosyalardan yalnızca 6 bin 396'sında mahkûmiyet kararı çıkmıştır.
Peki ya diğerleri.?
Onlar nerede.?
İşte bu soruların cevabını veremediğiniz sürece bizlere reformlardan bahsetmeyin.
Bu rakamlar yalnızca birer istatistik değildir, her biri bir insanlık dramını, parçalanmış hayatları ve korunmayan masumları temsil etmektedir.
Adalet Bakanlığı'nın temel görevi, adalet sisteminin etkin işlemesini sağlamak, suçluların hukuka uygun şekilde yargılanmasını temin etmek ve mağdurların haklarını koruyacak bir yapıyı tesis etmektir.
Ancak bu görevlerin yerine getirilmediği ortadadır.
Adalet Bakanlığı, suç oranlarını düşürmek ve toplumsal güvenliği sağlamak için kapsamlı politikalar üretmek yerine, suç istatistiklerini manipüle etmeye ya da kamuoyuna daha az görünür hale getirmeye çalışmaktadır.
Oysa biz, rakamlarla oynayan değil, gerçek sorunlarla yüzleşen ve adaletin tesisi için cesur adımlar atan bir Adalet Bakanlığı istiyoruz.
Suçluları serbest bırakan, mağdurları ise susturan bir sistemin savunulacak bir yanı yoktur.
Sayın Başkan,
Değerli milletvekilleri,
Türkiye’de adaletin ne hale geldiğini anlamak için uzun uzun raporlar okumaya gerek yok. Sokakta yürüyen bir vatandaşa sorun; adalet dendiğinde size nasıl bir yüz ifadesiyle cevap verdiğini görün. !
Bu ülkenin adalet sisteminin toplumda yarattığı güven kaybı, artık tehlikeli boyutlara ulaşmıştır.
Şimdi burada; Adalet Bakanlığı bütçesiyle hangi sorunların çözüleceğini sormak gerekiyor.
Yargının tarafsızlığını mı.? Hayır……
Vatandaşın hak arama yollarını mı.? Asla……
Mahkemelerin bağımsızlığını mı.? Bu soruya herkes güler…….
Bir vatandaş düşünün: Hak aramak için mahkemeye gidiyor ama daha kapıdan içeri girmeden “Bu davadan bir şey çıkmaz” diye düşünüyor.
İşte adalete güven bu kadar sarsılmış durumda.
Adaletin siyasallaşması sadece bireyleri değil, toplumu bir bütün olarak zehirlemektedir.
Haksız yere cezaevinde yatan masumlar, serbest bırakılan suçlular… Bu sistemde kimse kendini güvende hissetmemektedir.
Sayın Başkan,
Sayın milletvekilleri,
Bakın…yüksek enflasyon ve düşük faiz politikasını tercih eden bu hükümet, sadece ekonomiyi değil, adalet sistemini de çökertmiştir.
Enflasyon canavarı sadece cebimizi değil, hukukun işleyişini de yakıp yıkmıştır.
Bir işçinin 100.000 liralık alacağının bir yılda sadece 9.000 lira faizle değerlendiği bir sistemde adalet aramak mümkün müdür.?
İşçi, hak ettiği kıdem tazminatı için 4-5 yıl mahkemelerde sürünüyorsa, bu süre içinde alacağı para adeta tereyağı gibi eriyorsa, o işçi nasıl hakkını savunacak.?
Kiracıların hali daha da vahim.
Kira davaları en az 4-5 yıl sürüyor. Bu süreçte kiracı, düşük kira bedelini ödemeye devam ediyor, ev sahibi ise kan ağlıyor.
Üstüne üstlük, enflasyon almış başını gitmiş, tahliye kararı çıkana kadar belirlenen yeni kira bedeli bile anlamını yitiriyor.
Bu ortamda kiracı neden arabulucuda uzlaşsın.?
Uzlaşsa ne olacak.?
Uzlaşıp evden çıktığında iki katı fiyatla başka bir ev kiralayacak.
Şimdi soruyorum sizlere: Elinizi vicdanınıza koyun, böyle bir ortamda siz olsanız uzlaşır mıydınız.?
Kira anlaşmazlıkları nedeniyle çıkan tartışmalarda insanlar birbirini öldürüyor, yaralıyor.
Son iki yılda, kira uyuşmazlıkları yüzünden en az 11 kişi öldü, 46 kişi yaralandı.
Bu sadece basına yansıyanlar. Gerçek rakamları tahmin bile edemiyoruz.
Ama tüm bunlara rağmen hükümetin umurunda değil.
Çünkü bu düzen, adaletin değil, rantın düzeni.!
Adaletin olmadığı bir ülkede ekonomik büyümeden, kalkınmadan, toplumsal huzurdan söz edemezsiniz.
Adaleti çürütürseniz, ekonomiyi çökertirsiniz.
Adaleti çürütürseniz, toplumu çökertirsiniz.
Şimdi buradan açıkça soruyorum: Bu bütçeyle adaleti mi güçlendireceksiniz, yoksa patronları ve rantçıları daha da mı zengin edeceksiniz.?
Bugün yargının esas sorunu, şu ya da bu eksiğin tamamlanması, şu ya da bu yanlışın düzeltilmesi değil;
Yargının tek adam himayesine sokulmuş olması, Hakim ve Savcılar Kurulu ile Anayasa Mahkemesinin üyelerinin büyük çoğunluğunun cumhurbaşkanı, geri kalanının da AKP-MHP’nin oluşturduğu Meclis tarafından seçiliyor olmasıdır.
Hal böyle olunca, bu HSK dan başka bir şey beklemek de yanlıştır. Sizlere bir örnek vermek istiyorum. Hakimler ve Savcılar Kurulu son olarak 22.10.2024 tarihinde Yargıtay üyeliği seçimi yapmıştır. Yargıtay’da 12 ceza dairesi, 12 hukuk dairesi bulunmaktadır. Yargıtay üyeliğine seçilenlerin 4 tanesi başsavcı, 2 tanesi adalet komisyonu başkanı ve genel sekreter yardımcısıdır. Sadece 2 tanesi kürsüden gelen hakimdir. Yani dalında uzmanlaşmış ve alt derece mahkeme kararlarını denetleyebilecek nitelik ve vasıfta olması gereken Yargıtay üyeliğine, yıllarını idari görevle geçirmiş, kürsüyü yıllardır, adliye binası gezerken görmüş, en büyük özellikleri , iktidarın isteklerini emir ve telakki etmiş kişiler seçilmiştir.
Hal böyle olunca tabi ki davalar uzar, benim işçimin kıdem tazminatı, ev sahibinin tahliye davası yıllarca inceleme sırası bekler, çıkan kararlar da yanlış ve hatalı çıkar.
Bu duruma ise tabiri caizse, böyle HSK ya böyle Yargıtay dedirtir.
Özellikle siyasi davalara bakan mahkemelerin artık tamamen AKP’lileştirilmiş, dolayısıyla siyasi iktidarın ihtiyaç ve istekleri doğrultusunda karar veren mahkemeler haline gelmiş olması da cabasıdır.
Sayın adalet bakanına soruyorum. Başkanı bulunduğunuz HSK da, Danıştay ve Yargıtay üyeliği için yapılan seçimlerde hangi prensipleri, hangi ilke karalarını uyguladınız. Seçilen arkadaşların liyakat ölçüsü nedir. Seçmiş olduğunuz kişilerden kaç adedi ceza dairesinde, kaç adedi hukuk dairesinde görev aldı hiç merak ettiniz mi?
Sayın Başkan,
Sayın milletvekilleri,
Ülkemizde cumhurbaşkanı protesto etmenin, sokak röportajlarında …haşa cumhurbaşkanını eleştirmenin… tutuklanma ile sonuçlandığı bir karanlık dönem yaşanmaktadır.
CMK da sıralanan tutuklama sebeplerine “Erdoğan’ı eleştirme” maddesini eklediniz, kalkmış “Düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, fikir özgürlüğünün olmadığı bir yerde gelişme olmaz” açıklamaları yapıyorsunuz. Hadi oradan…
Nasuh Mahruki’nin tutuklanma gerekçesine bakalım… “Seçimlerde devletin kurum ve organları tarafından usulsüzlük yapıldığı” yönünde algı oluşturmak.
Eğer algı yönetimi suçsa, İletişim Başkanlığınızın her gün bu gerekçeyle yargılanması gerekmez mi.?
Çünkü algı yönetiminin kitabını yazan bir kurumdan bahsediyoruz. Toplumda iktidarın lehine algılar oluşturmak, gerçeği eğip bükmek ve propaganda yapmak da bir algı yönetimi değil midir .?
Bugün Nasuh Mahruki'yi susturan bu zihniyet, yarın hangi vatandaşımızı hedef alacak.? Hangi gazeteciyi, hangi akademisyeni, hangi muhalefet liderini.?
Dolayısı ile; Sayın Adalet bakanının çizdiği pembe tablo Türkiye’yi mi resmediyor, aynı ülkeden mi bahsediyoruz izaha muhtaçtır.
Tüm bu nedenlerle Adalet Bakanlığı bütçesinin yukarıda açıkladığım hiçbir soruna çözüm olmaktan uzak olduğu açıktır diyor,
Genel kurulu saygı ile selamlıyorum.
Yorumlar
Yorum Yap